Bebeğiniz için Einstein videolarına sahip olacaksınız. Sonra ona uyku ve yemek saatlerinde Mozart çalacaksınız. Yoksa henüz bir keman almadınız mı?
Ya futbol, basketbol, yüzme, resim, karate, piyano, müzik, kayak, bale, tenis, ……Ve dans derslerini unutmayın!!!
Değişen dünya, gelişen teknoloji, küreselleşme, hızlanan günlük aktiviteler ve “fast food” tadında yaşanmaya başlanan hayatlar bizleri her geçen gün yeni kavramlarla tanıştırıyor. Son zamanlarda internette dolaşan bir makale pek çok anne-babanın ilgisini çekmeye başladı. Bu makalede günümüz hızlı yaşamlarına ayak uydurma çabalarına atıfta bulunulurken, “Acele Ettirilen Çocuk Sendromu ( Hurried Child Syndrome)” denilen yeni bir kavram ortaya atılıyor. Aslında bu kavram Amerikalı bir psikolog olan David Elkind tarafından 30 yıl önce ortaya atılmış. Elkind’e göre, “çocukların zamanlarının ebeveynlerin tercihlerine göre düzenlenmekte, bu düzenleme de her hafta daha fazla ders, çocuğu sosyal, akademik, kültürel ve psikolojik alanlarda geliştirebilecek daha fazla aktivite anlamına gelmektedir.” Artık ilkokul çağındaki çocuklar bile bir aktiviteden diğerine koşturuluyor; daha iyi bir akademik başarı için gidilen dershaneler, özel öğretmenler, bunun yanında mutlaka en az bir spor dalıyla uğraşırken diğer taraftan olmazsa olmaz sanat aktiviteleri, kurslar vs derken çocuklarımızın etkinlik ajandalarında boş yer bulmak neredeyse imkansız hale gelmiş durumda.
“Acele Ettirilen Çocuk Sendromu (Hurried Child Syndrome)” 30 yıl önce Amerikalı bir psikolog olan Davis Elkind tarafından ortaya atılmış bir kavramdır”
Bu konuda Elkind’e destek veren Batı Sidney Üniversitesi’nden Sue Dockett ise, “küçük çocuklar arasında yetişkin denetimiyle yapılan aktivitelerin sayısında kesinlikle bir artış görüyoruz” diyor. Bu noktada günümüz anne-babalarının tehlike algısında bir artış olduğu, bu algının sonucunda da çocuklarını sokakta oynamak veya dolaşmak konusunda serbest bırakmakta korku ve endişe duydukları bir gerçek. Kalabalık ve karışık şehirler, araç trafiği yoğunluğu, artan suç oranı ve varoş mahalle sayısının artması anne-babaların korkularını besleyen en önemli faktörler. Bu da zaman içinde anne-babaların söz konusu çocukları için daha steril ve güvenli ortamlar yaratarak, yetişkin gözetimindeki aktivitelere daha çok yönlendirmeleri anlamına geliyor. Ancak araştırmacılar bu tür “sera” ortamlarında büyüyen çocukların çevreleri inceleme ve araştırma şanslarını kaçırdığı düşüncesinde.
Neden çocuklarımızı acele ettiriyoruz?
Günümüz anne babalarının tutumlarının değişmesinde pek çok neden söz konusu. Sorumlu sadece değişen ve tehlikesi artan dünya değil şüphesiz. Çocukların aşırı derecede programlı hale getirilmesi, biraz de ebeveynlerin en iyi çocuğu yetiştirme isteklerinden kaynaklandığı görüşü yaygın. Yani günümüz ebeveynleri çocuklarının gelişimi konusunda onları daha iyiye taşıyacak hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyorlar. Aslında bu durumun çıkış noktası da çoğunlukla ebeveynlerin kendi kaçırdıkları fırsatlar oluyor. Şöyle diyorlar; “erken yaşta yüzmeyi öğrenseydim şimdi iyi bir yüzücü olmaz mıydım?” ya da “keşke satranç oynamasını bilseydim.” Ancak Elkind bu durumun olumsuz sonuçlar doğurabileceği görüşünde. Sıklıkla erken dönemde çocuğu çok fazla zorlamanın onu engellenmiş hissettireceğini düşünüyor. Eğer çocuğa erken yaşlardan itibaren “başlatan” olma fırsatı verilirse, bu çocuklar ilerleyen yaşlarında zor durumlarla başa çıkma konusunda daha becerikli oluyorlarmış.
Sue Dockett ise çocuklarımızı acele ettirmemizin nedeni olarak insanların geç yaşta anne-baba olmasını gösteriyor. Dockett, geç yaşta ve az sayıda çocuk sahibi olmak anne-babaların çocuk üzerindeki beklentisini arttırdığını belirtiyor ve ekliyor “eğer çocuğunuz diğer çocuklar gibi 101 aktivite yapmıyor ise, iyi bir ebeveyn olmadığınız hissine kapılıyorsunuz.”
Çocuklarımızı bu kadar acele ettirirken acaba amacımız mükemmel çocuk yetiştirmek mi?
Devamında “Kronik Yorgunluk Sendromu” görülüyor.
Akla gelen sorulardan bir tanesi de okullar açısından bu durum ne sonuçlar doğuruyor? Çocukların okul dışında bir aktiviteden diğerine koşturulması onların daha ilkokul çağlarında “Kronik Yorgunluk Sendromu”yla tanışmalarına olanak veriyormuş. Ancak bu duruma karşı çıkmaları konusunda da eğitimciler uyarılıyor ve çocukların en iyi performanslarını onlardan hiçbir şeyin beklenmediği oyunlarda ortaya koydukları hatırlatılıyor.
“Geç yaşta anne-baba olmak bu sendroma kapılmak için büyük neden.”
SUE DOCKETT
Bu hızlandırılmış tempo içinde çocuklarımız çocukluklarını yaşamaya ne kadar zaman ayırabiliyorlar acaba? Ya da sınırların bu denli zorlanması onlarda ne tür duygusal tepkilere yol açıyor? Maalesef araştırmacılar bu soruların cevaplarının çok da iç açıcı olmadığı görüşünde hemfikirler. Öyle ki bu tür çocukların erken yaşlarda stres altına girdikleri ve bunun sonucunda da kaygı ve endişe belirtileri gösterdikleri gözlemlenmiş. Ve bakın bu konuda ne tavsiye ediliyor; daha çok OYUN! Ancak organize edilmemiş, rehbersiz, biçimsiz ve hayal ürünü oyunlar… tablet veya oyun konsollarındaki oyunlar maalesef bu gruba girmiyor. Daha çok spontan olarak kurulan, yapılandırılmamış ve tabi ki yaratıcılığı ve keşfetmeyi destekleyecek oyunlar. Ve tabi ki daha az televizyon! Çünkü medya dünyayı yetişkin bakış açısından gösteriyor ki, amacımız çocukların merak ettikleri soruların cevabını kendi çevrelerinden ve kendi gözlemlerinden bulmaları, medyadan değil.
Ve son olarak da uzmanlar aile içi iletişimin öneminin altını çiziyorlar. Günün hangi saati olursa olsun anne-babadan çocuğa yönelen direkt ilgi şart.